Alexandrian Library

The heart of the Alexandrian Library was its collection of books.  The organizers combed all the cultures and languages of the world.  They sent agents abroad to buy up libraries.  Commercial ships docking in Alexandria were searched by the police — not for contraband, but for books.  The scrolls were borrowed, copied, and then returned to their owners.  Accurate numbers are difficult to estimate, but it seems provable that the Library contained half a million volumes, each a handwritten papyrus scroll.  What happened to all those books?  The classical civilization that created them disintegrated, and the library itself was deliberately destroyed.  Only a small fraction of its works survived, along with a few pathetic scattered fragments.  And how tantalizing those bits and pieces are!  We know, for example, that there was on the library shelves a book by the astronomer Aristarchus of Samos, who argued that the Earth is one of the planets, which like them orbits the Sun, and that the stars are enormously far away.  Each of these conclusions is entirely correct, but we had to wait nearly two thousand years for their rediscovery.  If we multiply by a hundred thousand our sense of loss for the work of Aristarchus, we begin to appreciate the grandeur of the achievement of classical civilization and the tragedy of its destruction.

Kitaplığın kalbi, kitap koleksiyonuna ayrılan bölümüydü.  Koleksiyon uzmanlan dünyanın birçok kültür ve diline ait kitapları tararlardı.  Yabancı ülkelere adam gönderip kitaplıklardaki kitapları toptan satın alırlardı.  İskenderiye’ye demirleyen yabancı gemiler kaçak eşya için değil, acaba kitap mı kaçırıyorlar diye aranıp taranırlardı.  Her biri elle yazılmış papirüs tomarı olmak üzere kitaplıkta o zamanlar yarım milyon kitap bulunduğu sanılıyor.  Bazen papirüs tomarlarının kopya edilmek üzere alındığı da olurdu.  Bütün bu kitaplara acaba ne oldu?  Bunları yaratan klasik uygarlık yok oldu ve kitaplık kasten tahrip edildi.  Bu eserlerden yalnızca küçük bir bölümü kalmıştır.  Bazılarının da insanın içini burkan bölük pörçük parçaları.  Günümüze kalan bu bölük pörçük parçalar bile insan zihnini uyarıcı ne denli zengin bilgiler taşıyor, bir bilseniz!  Örneğin, kitaplığın raflarından birinde bulunduğunu bildiğimiz Sisam’lı astronomi bilgini Aristarkus’un kitabında, yerküremizin gezegenlerden bir tanesi olduğuna ve onlar gibi Güneş’in etrafında döndüğüne ve yıldızların çok uzaklarda olduklarına değiniliyordu.  Bu ifadelerin hepsi de doğru olduğu halde, sözü edilen gerçeklerin yeniden bulunması için iki bin yıl beklemek zorunda kalınmış oldu.  Aristarkus’un bu eserinin kaybına duyduğumuz üzüntüyü, daha başka konulardaki kayıplar için de yüz binler sayısıyla çarparsak, klasik uygarlığın yarattığı görkemi ve mahvının trajedisini algılamaya başlayabiliriz 

We have far surpassed the science known to the ancient world.  But there are irreparable gaps in our historical knowledge.  Imagine what mysteries about our past could be solved with a borrower’s card to the Alexandrian Library.  We know of a three-volume history of the world, now lost, by a Babylonian priest named Berossus.  The first volume dealt with the interval from the Creation to the Flood, a period he took to be 432,000 years or about a hundred times longer than the Old Testament chronology.  I wonder what was in it.

Eski çağ dünyasının bilimini çok aştık.  Fakat bilim tarihine ilişkin bilgilerimizde büyük çukurlar var.  Bunları doldurmak olanaksız.  Günümüzde bir kitaplık okuyucusunun hangi kitabı okuduğunu gösteren kart gibi o zamanki bir kart elimize geçse kimbilir ne bilgiler edinebiliriz?  Biliyoruz ki, Berossuz adında Babil’li bir rahibin yazdığı üç ciltlik Dünya Tarihi kayıptır.  Bu kitabın ilk cildinin Dünyanın yaratılışından Tufan’a kadar uzanan dönemi içerdiği sanılıyor.  Sözü geçen kitapta yazar, bu dönemi 432.000 yıl olarak bir belirttiğine göre, Tevrat kronolojisinin yüz katı bir zamanı kapsıyor demektir.  Merak ederim, acada o kitapta ne vardı.

The ancients knew that the world is very old.  They sought to look in to the distant past.  We now know that the Cosmos is far older than they ever imagined.  We have examined the universe in space and seen that we live on a mote of dust circling a humdrum start in the remotest corner of an obscure galaxy.  And if we are a speck in the immensity of space, we also occupy an instant the expanse of ages.

Eskiler, dünyanın çok eski olduğunu biliyorlardı.  Geçmişin derinlikelerine göz gezdirmeye çalışmışlardı.  Şimdi biz de Kozmos’un, onları tahmin etmiş olamayacakları kadar eski oldugunu biliyoruz.  Uzaya çıkıp evreni inceledik ve karanlık bir galaksinin ücra köşesindeki bir yıldızın çevresinde dolanan toz zerreciği üzerinde yaşadığımızı gördük.  Uzayın enginliğinde bir zerreciksek, çağların enginliğinde de ancak bir anlık zaman içinde yaşıyoruz demektir.  

The last scientist who worked in the Alexandrian Library was a mathematician, astronomer, physicist and the head of the Neoplatonic school of philosophy — an extraordinary range of accomplishments for any individual in any age.  Her name was Hypatia.  She was born in Alexandria is 370.  At a time when women had few options and were treated as property, Hypatia moved freely and unselfconsciously through traditional male domains.  By all accounts she was a great beauty.  She had many suitors but rejected all offers of marriage.  The Alexandria of Hypatia’s time — by then long under Roman rule — was a city under grave strain.  Slavery had sapped classical civilization of its vitality.  The growing Christian Church was consolidating its power and attempting to eradicate pagan influence and culture.  Hypatia stood at the epicenter of these mighty social forces.  Cyril, the Archbishop of Alexandra, despised her because of her close friendship with the Roman governor, and because she was a symbol of learning and science, which were largely identified by the early Church with paganism.  In great personal danger, she continued to teach and publish, until, in the year 415, on her way to work she was set upon by a fanatical mob of Cyril’s parishioners.  They dragged her from her chariot, tore off her clothes, and, armed with abalone shells, flayed her flesh from her bones.  Her remains were burned, her works obliterated, her name forgotten.  Cyril was made a saint.  

Kitaplıkta çalışan son bilgin bir matematikçi, astronom, fizikiçi ve neoplatonik felsefe okulu önderiydi.  Herhangi bir çağda bir insanın gösterebileceği en olağanüstü başarıları kendinde toplamış olan bu kadının Adı Hypatia’ydı.  370 yılında İskenderiye’de doğmuştu.  Kadınların elinde çok az olanakların bulunduğu ve onlara eşya gözüyle bakıldığı bir dönemde, Hypatia serbestçe ve geleneksel kurallara aldırış etmeden erkek çevrelerinde dolaşırdı.  Her bakımdan güzel bir kadınmış.  Peşinden koşan epey erkek olmasına karşın, evlenme önerilerini reddettiği biliniyor.  Hypatia döneminin İskenderiye’si artık epeydir Romalıların egemenliği altında kalmış bir kentti ve gerginlik içindeydi.  Kölelik klasik uygarlığın canlılığını çürütmüştü.  Hıristiyan Kilisesi yeni doğmuştu; gücünü kökleştirerek putperestliğin etkisini ve kültürünü silmeye çaba harcıyordu.  Hypatia bu köklü sosyal güçlerin patlama noktası üzerindeki detanatör rolündeydi.  İskenderiye Başpiskoposu Cyril, Hypatia’nın Romalı valiyle olan yakın dostluğu, öğrenimin ve bilimin simgesi olması, bunun da kilise tarafından putperestlikle eş görülmesi nedeniyle ondan nefret ediyordu.  Ama Hypatia hayatının tehlikede olduğunu bile bile öğretime ve öğretilerini yayınlamaya devam etti.  415 yılında bir gün işe giderken Başpiskopos Cyril’in müritleri tarafından yolda kıstırıldı.  Atlı arabadan indirildi, elbiseleri yırtıldı ve katiller ellerindeki deniz kabuklarıyla Hypatia’nın etlerini kemiklerinden kazıdılar.  Kalıntısı yakıldı, eserleri yok edildi ve adı unutuldu.  Cyril’e ise azizlik payesi verildi.   

The glory of the Alexandrian Library is a dim memory.  Its last remnants were destroyed soon after Hypatia’s death.  It was as if the entire civilization had undergone some self-inflicted brain surgery, and most of its memories, discoveries, ideas and passions were extinguished irrevocably.  The loss was incalculable.  In some cases, we know only the tantalizing titles of the works that were destroyed.  In most cases, we know neither the titles nor the authors.  We do know that of the 123 plays of Sophocles in the Library, only seven survived.  One of those seven is Oedipus Rex.  Similar numbers apply to the works of Aeschylus and Euripides.  It is a little if the only surviving works of a man named William Shakespeare were Coriolanus and A Winter’s Tale, but we had heard that he had written certain other plays, unknown to us but apparently prized in this time, works entitled Hamlet, Macbeth, Julius Caesar, King Lear, Romeo and Juliet.

İskenderiye Kitaplığı’nın şan ve şerefli varlığı anıların loşluğuna karışmıştır.  Hypatia’nın öldürülmesinden sonra kitaplığın son kalıntıları yok edildi.  Bu olayla tüm uygarlık sanki kendine bir beyin ameliyatını reva görmüş ve bu ameliyat sonuca olarak belleğinin, keşif ve icatlarının, düşünce ve ihtiraslarının büyük bir bölümü silinip gitmişti.  Kayıp büyüktü.  Hem de hesaplanamayacak ölçüde büyüktü.  Yakılıp yıkılan yapıtların bazılarının ancak bölük pörçük başlıklarını biliyoruz bugün.  Çoğununsa başlığını bile bilemiyoruz.  Yazarının adını da.  Sofokles’in Kitaplıktaki 123 yapıtından yalnızca yedisinin geriye kaldığını biliyoruz.  Eskhylos’la Euripedes’in yapıtları için de durum aynıdır.  Kaybın önemini belirtmek için şöyle diyelim: Tutun ki, Shakespeare’in yalnızca Coriolanus ve Kış Masalları geriye kalmış olsun ve Hamlet, Macbeth, Romeo ve Jülyet, Kral Lear gibi yapıtlarının adlarından başka bir şey günümüze kalmamış olsun.  

Carl Sagan, Cosmos (20, 335)

Leave a Reply

%d bloggers like this: